31 Ağustos 2012 Cuma

ISLAH VE ZAMANAŞIMI (YARGITAY’IN BU KONUDAKİ YOKLUKLA VE BUTLANLA MALUL KARARLARI)

Av. Ender DEDEAĞAÇ

Bloğu takip eden bir izleyici Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2012 tarihinde almış olduğu iki kararın özetini göndererek, görüşümüzü sormaktadır. Kararlar 2011 ve  2012 yılında alınmış olup, HMK dönemine ilişkin olarak 4. Hukuk Dairesinin ıslah ve zamanaşımı kavramları hakkında ki düşüncelerini ortaya koyduğu için sizlerle paylaşmak gereğini duyduk.

Kararlarda yer alan bilgilerden, yerel mahkemedeki davaların açıldığı tarihleri saptamak mümkün değil. Ancak, kararlardan birinin tarihinin aralık 2011 diğerinin 2012 olması nedeniyle, bu davaların, yerel mahkemede, HMK uygulamasından önce açıldığını ve HMK uygulamasından sonra karara bağlandığını düşünmekteyiz.

Öncelikle 2011 tarihli kararı değerlendirmekte yarar görmekteyiz.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesine göre, bir dava HMK nın kabulünden önce de açılsa, HMK nın yürürlüğe girmesi ile birlikte bu davaya da HMK nın uygulanması gerekmektedir. Bu görüş ilmi ve kazai içtihatlarda da kabul gören bir husustur. Usul hukukunun kamu düzenine ilişkin hükümler içermesi nedeniyle, bu düşünce tarzı doğrudur.

Satır aralarından anlaşıldığına göre, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, dava ister HMK dan önce açılsın isterse HMK tan sonra açılsın, tahkikat aşamasının sonuna kadar, ıslah yolu ile talep sonucu değiştirerek, davanın müddeabihinin değerini arttırmanın mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu görüşe bizde katılmaktayız. Anayasa Mahkemesi’nin HUMK 87/son maddesini iptal eden 20.07.1999 günlü ve 1999/1 E 1999/33 K sayılı kararı ile buna olanak tanınmış olup HUMK döneminden itibaren uygulanmasına başlanmıştır. Islah hükümleri yönünden HUMK ile HMK arasında bir fark olmadığına göre, dava değerinin ıslah yolu ile arttırılması bu günde kabul edilmesi gereken bir uygulamadır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi hem 2011 tarihli hem de 2012 tarihli kararlarında bu ilkeleri benimsemekle birlikte, ıslah yolu ile davanın talep kısmının değiştirilmesinden ötürü davalının, zaman aşımı iddiasında bulunulamayacağını belirtmektedir. Daire bu kararını, ıslahın yeni bir dava olmadığı, bu nedenle davanın başlangıcında ileri sürülmeyen zaman aşımı itirazının, ıslahtan sonra da ileri sürülemeyeceği gerekçesi ile açıklamaktadır.

Kanımızca, bu gerekçenin mefhumu muhalifinden, ilk davanın açıldığı tarihte, davalı tarafından, ileri sürülen zamanaşımı itirazının, ıslahla arttırılan talep için de geçerli olduğu sonucu çıkmaktadır.

Islahın yeni bir dava olmadığı görüşü doğrudur. Ancak, Daire’nin HUMK döneminden beri sürdürmüş olduğu ıslahla ilgili zamanaşımı konusundaki bu görüşüne katılmak mümkün değildir. Öncelikle HMK dönemine ilişkin bu iki karara neden katılmadığımızı belirtmek isteriz;

-         Islah yeni bir dava olmamakla beraber HMK 179/1 maddesine göre, ıslahla birlikte, ıslahın yapıldığı noktadan itibaren tüm usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasına yol açar ve bu işlemler tekrar yapılır. İncelediğimiz kararlarda ıslah davanın değerine  daha doğrusu “talep sonuca” ilişkindir. HMK 119/1.g maddesi gereği dava dilekçesinin zorunlu unsurudur. Üstelik HMK 119/2 maddesine göre, dava dilekçesinde bulunmaması halinde tamamlattırılması bile mümkün değildir. Bu noksandan ötürü, süre verilmesine gerek olmadan dava açılmamış sayılır. Bu nedenden ötürü, ıslahın yapılması ile  birlikte, dava dilekçesinden itibaren tüm işlemlerin HMK 179/1 maddesi gereği, yenilenmesi gerekecektir. Bu yenileme nedeni ile davalı da cevap dilekçesi sunma şansına ulaşacak ve bu dilekçe ile zamanaşımı itirazında bulunabilecektir.

-         Kararlarda yer almamakla birlikte, bir başka hususunda bu nedenle, incelenmesinde yarar bulunmaktadır. Zamanaşımı itirazı maddi hukuka ilişkin bir unsur olması ve ilk itirazlar arasında yer almaması nedeniyle, iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının başladığı ana  kadar, her zaman ileri sürülebileceğine göre, davacının cevaba cevap dilekçesinden itibaren davayı ıslah etmesi ile bile, kanımızca, davalı zamanaşımı itirazı hakkını kullanabilmelidir.

-         Davanın, dava dilekçesinden itibaren ıslah edilmesi halinde, tahkikat aşamasına geçilmiş olsa bile, tekrar dilekçeler aşaması tamamlanmalı, bunu takiben ön inceleme yapılmalı ve HMK 142/1 maddesi hükmü gereği, yeniden tahkikata geçmeden önce, zamanaşımı itirazı ve hak düşürücü süreler yönünden karar verilmelidir.

-         Yargılama bir diyalektik uğraş olduğuna göre, davacının yeni gündeme getirmiş olduğu istemin, davalı tarafından değerlendirilmesi, buna ilişkin savunmalarının sunulması gerekmektedir. Bu düşünce, adil yargılama hakkının içeriğinde yer alan ve HMK 27 de hüküm altına alınan, hukuki dinlenilme hakkının doğal sonucudur. Davalıya böylesi bir olanağın tanınmamış olması davalı açısından adil yargılamanın ortadan kaldırılmasıdır.

-         Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, gerek kendi yerleşmiş kararlarından dönmek isterse yada  aşağıda sunacağımız kararlarda görüldüğü gibi Yargıtay’ın diğer dairelerinden her hangi birinin kararı ile kendi kararı arasında bir çelişki varsa Yargıtay Kanunu 15/2.b. doğrultusunda, çözüm üretilmesi için,  Hukuk Genel Kurulu’nun kararına gereksinimi vardır. Kendisinin ve diğer dairelerin, kendi dışındaki kararları görmezden gelerek, çelişkili  bir karar almaya ve bu durumu sürdürmeye hakkı yoktur. Yargıtay Kanunu 15/2.b maddesinde yer alan hüküm nedeniyle, almış olduğu karar hukuken geçerli değildir. Yoklukla ve butlanla malul kararlardır. Elbette Yargıtay Kanununa uygun davranmak sadece 4. Hukuk Dairesi’ne yüklenmiş bir görev olmayıp tüm daireler için geçerlidir. Bu nedenle, bu söylediklerimiz onlar açısından da geçerlidir.

-         Eğer ıslah yolu ile dava değerinin arttırılması hali ile ek dava halini ayrı ayrı değerlendirirsek, bir hak nedeniyle davacı tarafa iki ayrı olanak sunmuş, birinde zamanaşımını değerlendirmez iken  diğerinde değerlendirerek, davalı açısından, adaletsiz bir uygulamaya yol açarız.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin kararına hukuk açısından katılmadığımızı belirtmenin yanı sıra, Dairenin kararının, sakıncalı bir uygulamaya yol açacağı endişesi içinde olduğumuzu da dile getirmekteyiz. Bilindiği gibi, HMK ile birlikte davaların asliye hukuk mahkemesinde görülmesi ve kısmi davada HMK 109/3 maddesine göre, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğunun dilekçede belirtilmemesi prensibi genel kural haline gelmiştir. Bu kurala dayanarak, asliye hukuk mahkemesinde, müddeabihi son derece küçük olan bir kısmi dava açarak, davalının, davayı ihmal etmesine, gereken özenle takip etmemesine neden olabiliriz. Daha sonra, ıslah yolu ile talebi arttırarak, davalının zamanaşımı itirazını yapmasını engelleyebiliriz.

Yukarıda Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bu konuda ki kararları ile kendi kararları ve diğer dairelerin kararları arasında çelişki bulunduğunu dile getirmiştik. Şimdi bu kararlardan bir kısmını sizlere sunmak istiyoruz.

Öncelikle, Yargıtay 4. HD 30.9.2002 gün 2002/5913E 2002/10502K sayılı kararı (Av.Ö.Erol Yavuz-Türk Hukuk Sitesi) Yargıtay 4 HD 20.10.2011 gün 2011/9665 E 2011/10848 K sayılı kararı ( Türk Hukuk Sitesi ), ıslahın yeni bir dava olmadığı ve bu nedenle davalının, ıslah edilen bölüm için, zamanaşımı itirazı ileri süremeyeceği yolunda ki kararlara ek olarak göstereceğimiz örnekler arasında olduğunu dile getirmek isteriz.

Aksi görüşteki diğer dairelere ilişkin kararlara örnek olarak ise;

A / Yargıtay 2. HD 02.03.2004 gün ve 1098/2590 sayılı kararı (Av.M.İhsan Darende www.sinerjias.com.tr.) Yargıtay 2. HD 19.1.1996 gün ve 1995/13659 E 1996/537 K sayılı kararı (Türk Hukuk Sitesi) na göre, ıslahla birlikte, ıslaha ilişkin kısım için zamanaşımı itirazında bulunulabilinir.

B / Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 11.03.1982 gün 1982/1571 E 1982/2579 K sayılı kararında (Türk Hukuk Sitesi ) zamanaşımının her dava için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca aynı sitede yer alan aynı Dairenin 13.5.2008 2007/42526 E 2008/12222 K, 21.1.2010.gün 2009/48501 E 2010/772 K ve 23.2.2010 2010/4154 E 2010/4666 K sayılı kararlarında da zamanaşımının ıslah edilen bölüm için ıslah tarihinden hesaplanması gerektiği vurgulanmıştır.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi aynı görüşü faiz açısından da sürdürmüş olup 13.10.2003 gün 20033924 E 200/16927 K sayılı kararında (Türk Hukuk Sitesi), dava talebinin arttırılması ile istenen faizin başlangıç tarihinin de ıslah tarihi olduğunu dile getirmiştir.

C / Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ise kendi içinde çelişkili kararlar almıştır. Söz konusu Dairenin 18.12.1992 gün 1992/6461 E 1992/11475 K sayılı kararına göre ıslaha karşı zamanaşımı itirazında bulunabileceği kabul edilmiş olunmasına rağmen 28.05.2004 2003/11314 E 2004/6003 K sayılı kararında aksi belirtilmiştir.(Türk Hukuk Sitesi Av.Ö.Erol Yavuz’un makalesinden alınmıştır.)

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 14.10.2004 20047246 e 2004/9811 K sayılı kararında ise, zamanaşımı definin davacı tarafından incelenmiş olmasını, zımnen savunmanın genişletilmesine olur olarak değerlendirmiştir. (Aynı makaleden alınmıştır.)

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi ise 28.05.2004 gün 2003/11314 E 2004/6003 K sayılı kararında, usulüne uygun olmayarak ileri sürülen zamanaşımı define karşı iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağına uygun olarak red beyanında bulunulmuş ise, bu red beyanından sonra, ıslah yoluna başvurarak yeniden zamanaşımı savunmasında bulunulamayacağı hüküm altına alınmıştır.(Av.Ö.Erol Yavuz adı geçen makale)

D / Yargıtay 3. Hukuk Dairesi ise 30.11.1987 gün ve 1987/2621 E 1987/11529 K sayılı kararında, zamanaşımı definin ıslahtan sonra ileri sürülebilmesi için, ıslaha konu olayın asıl davadan farklı bir olay olması halinde ileri sürüleceğini bildirmektedir. (Aynı makaleden alınmıştır.)

E / Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise, 03.07.2002 gün ve 2002/9-564 E 2002/572 K (Türk Hukuk Sitesi ve www.hhportal.com da yer alan ıslah ile konusu para olan davanın değerinin arttırılmasında (kısmi ıslah) dikkat edilmesi gereken hususlar ve bu konudaki Yargıtay kararlarına eleştiri adlı makale) sayılı kararında ıslahın kısmi ıslah olması halinde zamanaşımı definin ileri sürülemeyeceğini, eğer davanın tamamının ıslahı söz konusu ise zamanaşımı definin ileri sürülebileceğini hükme bağlamıştır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2011/13864 E ve 2011/13114 K sayılı.kararında aynı görüşü benimsemiş ve talebin arttırılmasını, kısmi ıslah olarak değerlendirerek eski görüşünde direnmiştir. ( Bu kararda izleyici tarafından gönderildi )

Bu durumda kısmi ıslah ile tamamen ıslahı da değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. HMK 180 ve 181 maddelerine baktığımızda kısmen ıslahın bir usul işlemine ilişkin olduğunu buna mukabil tamamen ıslahın dava dilekçesinin ıslahı olduğunun hüküm altına alındığını görmekteyiz.

Olayı bir kez de Yargıtay kararları ışığında değerlendirmekte yarar bulunmaktadır. YHG 3.7.2002 gün 2002/9-564 E 572 K sayılı kararında “…davacının dava dilekçesindeki müddeabihi aynı davada harcını yatırmak suretiyle kısmi ıslah yolu ile arttırdığı…” ifadeleri ile ıslah yolu ile dava değerinin arttırılmasını kısmi ıslah olarak değerlendirdiği görülmektedir.
Öncelikle belirtmek isteriz ki, YHGK bu kararına katılmak mümkün değildir. Çünkü, burada yapılan ıslah, bir usul işleminin yeniden yapılması ile sınırlı kalmayıp, dava dilekçesinin değiştirilmesi yolu ile yapılmaktadır, bu nedenle, HMK 180 ve 181 maddelerine göre, davanın tamamının ıslahıdır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ise 22.10.2002 gün 8851/11854 sayılı ve 11.3.2002 gün 2001/11945 E 2002/2795 K  sayılı kararlarında, ıslah yolu ile dava değerinin arttırılmasını yeni bir dava olarak kabul etmekte ve yeni dava için zamanaşımı defi ileri sürülebileceğini hükme bağlayarak yukarıda belirtilen kararları ile çelişkili karar oluşmasına neden oluşturmuştur. ( www.hhportal)

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 04.11.2003 gün ve 10558/12734 sayılı kararında ise yukarıdaki kararları ile bir başka açıdan çelişki oluşturacak şekilde, karar vererek ıslahta zamanaşımı defi ileri sürülebileceğini hükme bağlamıştır.(www.hhportal)

Bu konu ile ilgili olduğu için iki Yargıtay kararını daha dikkatinize sunmak isterim.
Yargıtay 4. HD 30.09.2002 gün ve 5913/10502 sayılı kararı (Av.M.İhsan Darende/www sinerjias.com.tr),bu karara göre, cevap dilekçesinde zamanaşımı savunmasını yapmayan davalı, daha sonra zamanaşımı savunmasını ıslahla ileri süremez.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 01.02.2000 gün 9903/10802 sayılı kararında ise, eğer cevap dilekçesi verilmemiş ise, ıslah yolu ile cevap dilekçesi vererek zamanaşımı defi ileri sürülemeyeceğini hüküm altına almıştır.(Türk Hukuk Sitesi)

Baki Kuru’da yer alan açıklamalara göre  ise, cevap verilmemiş olsa bile ıslah yolu ile cevap dilekçesi verilebileceğini ve bu dilekçe içeriğinde zamanaşımı defi ileri sürülebileceği belirtilmektedir.

Bu küçük yazıyı size sunmak için uğraşır iken çektiğim sıkıntıyı anlatmam mümkün değil. Eğer bu araştırma somut bir dava için yapılmış olsa idi, bu sıkıntının iki katını duyacağımdan da eminim. Peki bu sıkıntının sorumlusu kim ? Elbette Yargıtay’da görev yapan hakim meslektaşlarımız. Peki biz bu sıkıntıyı çekmeye müstahak mıyız? Kanımca evet. Çünkü, bir biri ile çelişen, hatta hukuka ve adalete aykırı kararlar zinciri, yıllarca, “takdir mahkemenindir” ifadesi ile sürdürdüğümüz, kabullenmenin sonucunda doğmuştur. Koridorlardaki dedikoduları bırakıp, gerek kendimizi, özellikle önce birey olarak kendimizi sonra meslek olarak kendimizi sonra hakim,savcı ve akademisyen meslektaşlarımızı  eleştirmeye başlamamız ve bu eleştirilerden olumlu bir şeylerin doğmasına neden olmamız gerektiğine inanmaktayım.

Aynı zamanda Yargıtay’da görev yapan meslektaşlarımızdan, kendilerini bizim yerimize koymalarını ve dava hazırlanırken, papatya falı bakmak yerine, hukuka uygun ve bir biri ile çelişmeyen kararları örnek alarak, usul ve maddi hukuk kurallarına uygun dilekçe hazırlamak olanağını bize sağlamalarını talep etmekteyiz. Bize bu olanağın sağlanması, dava sayısını azaltacağı gibi, davada, onlara düşen incelemenin ve karar vermenin de kolaylaşmasına yardımcı olacaktır. Üstelik bu beklentimiz onlara yasalarla yüklenmiş görevdir.

      Avukat, hakim, savcı ve akademisyen tüm meslektaşlarıma yeni adli yılda huzur dolu bir       çalışma yaşamı dilerim.

Bu yazının yayınlanmasından sonra "Genç Baro" adlı internet sitesinde Yargıtay 4 Hukuk Dairesi'nin yeni bir kararı yayınlanmıştır. Söz konusu kararı sizlerle paylaşmak için kararı bilgilerinize sunmaktayız.

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİTarih: 24.09.2012 Esas: 2011/9627 Karar: 2012/13414 
Islah Yeni Bir Dava Olmadığından Islaha Karşı Zamanaşımı Def’i İleri Sürülemez 
Özet: Dava, ölümlü trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkindir. Davacılar, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak tazminat talebinde bulunmuştur; yargılama sırasında ise taleplerini ıslah etmişlerdir. Islah yeni bir dava olmayıp dava dilekçesinde yapılan bir değişikliktir. Islah yeni bir dava olmadığından ıslaha karşı zamanaşımı def’i ileri sürülemez. Açıklanan hususlar dikkate alınmaksızın yerel mahkemece, ıslah ile artırılan bölümün zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.107, 109, 176, 177. 
Davacı Aysel ve diğerleri vekili Avukat M.U. tarafından, davalı … Beton A.Ş ve diğerleri aleyhine 08.04.2004 gününde verilen dilekçe ile ölümlü trafik kazası nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 14/04/2011 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı ….. Beton A.Ş vekili ve davacılar vekili taraflarından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı …. Beton A.Ş ile davacılar Ediz, Yasemin, Nuray ve Nurdan’ın tüm, davacı Aysel’in aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 
2- Davacı Aysel’in diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, ölümlü trafik kazası nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm, davacılar vekili ve davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir. 
Davacılar, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak trafik kazası sonucu desteğin ölümü nedeniyle maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Yargılamanın devam sırasında düzenlenen tazminat bilirkişi raporunda destek zararının istemden daha fazla olduğunun belirlenmesi üzerine davacı, 18.06.2010 günlü ıslah dilekçesini vererek dava dilekçesindeki talep sonucunu artırmış ve bilirkişi raporunda belirlenen zarar miktarına göre bakiye zararını istemiştir. Davacının ıslah dilekçesinde ileri sürdüğü istem, yeni bir dava niteliğinde olmayıp dava dilekçesindeki istek sonucunun artırılması biçimindedir. Bu nedenle sadece dava dilekçesine karşı ileri sürülebilecek olan zamanaşımı itirazı ıslaha karşı ileri sürülemez. Islah, 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 176. ve devamı maddelerinde düzenleme altına alınmıştır. Anılan kanunun 177/1. maddesinde de ıslahın, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği açıkça düzenlenmiştir. Şu durumda, ıslaha karşı zamanaşımı def’inde bulunulamaz. Zira ıslah, yeni bir dava olmayıp sadece dava dilekçesinde yapılan bir değişikliktir. Açıklanan yasal düzenleme karşısında; yerel mahkemece, ıslah ile artırılan bölümün zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. 
SONUÇ: Temyiz edilen kararın, yukarıda (2) sayılı bentlerde gösterilen nedenle davacı Aysel yararına BOZULMASINA; Aysel’in diğer, davalı ile diğer davacıların tüm temyiz itirazlarının ilk bentte açıklanan nedenlerle reddetme ve temyiz eden davacılardan Aysel’den peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 24/09/2012 gününde oyçokluğuyla karar verildi. 
Karşı Oy Yazısı
Dava, ölümlü trafik kazası nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir. Dairemiz bozma kararının 2. bendinde yapılan bozma sonuç itibariyle doğru olmakla birlikte gerekçesine katılmıyorum. Şöyle ki; 
Islah, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnalarından olup, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltmesi olarak tanımlanmaktadır. Islah ile taraflar dava sebebini, dava konusunu veya talep sonucunu değiştirebilirler. Usulüne uygun olarak açılmış bir davanın bulunması şartı ile davanın tamamen veya kısmen ıslahı mümkündür. 
Dava sebebinin veya dava konusunun değiştirilmesi tamamen ıslah halleridir (Baki Kuru 4. Cilt s. 3990). Davanın kısmen ıslahında ise, dava dilekçesinden sonraki bir usul işleminin ıslahı söz konusudur. Gerek doktrinde, gerekse Yargıtay uygulamalarında kabul edildiği üzere müddeabihi (dava değerini) arttırma halinde kısmi ıslah söz konusu olup kısmi ıslahta, tamamen ıslahın aksine ıslah tarihine kadar yapılan bütün usul işlemleri yapılmamış sayılmaz. Kısmi ıslah yapıldığı tarihten ileriye dönük olarak hüküm ifade eder. 
Zamanaşımı ise borcu ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenebilirliğini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu nedenle zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. BK’nun 133. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler sayılmış olup bunlardan biri de dava açılmasıdır. Davanın tamamen ıslahında dava baştan beri (dava dilekçesinden itibaren) ıslah edildiği için ıslah edilen kısım için de davanın açıldığı tarihte zamanaşımı kesilmiş olur. 
Kısmi davada ise zamanaşımı yalnızca dava edilen kısım için kesilir. Henüz açılmayan (saklı tutulan) ve daha sonra ıslahla arttırılan bölüm için zamanaşımı işlemeye devam eder. Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 107. maddesinde düzenleme altına alınan belirsiz alacak davası ve tespit davasında davacının iddianın genişletilmesi yasağı olmadan ve karşı tarafın rızasına ve ıslaha da gerek kalmaksızın talep sonucunun arttırılabileceği kabul edilmiş, maddenin gerekçesinde de bu dava ile ilk dava tarihinde zamanaşımının kesileceği belirtilmiştir. 
Aynı yasanın 109. maddesindeki kısmi davada ise zamanaşımının kesileceği yolunda bir açıklama yoktur. 
6100 Sayılı Kanunun hazırlanması sırasında görev alan Prof. Hakan Pekcanıtez, Prof. Oğuz Atalay ve Prof. Muhammet Özekes tarafından yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre Medeni Usul Hukuku kitabının 321. Sayfasında “Belirsiz alacak davası açılabilmesinin mümkün olduğu hallerde kısmi dava açmak davacı açısından üç nedenle daha elverişli olmayacaktır. Birincisi kısmi dava açan davacının alacağının geri kalan kısmı için zamanaşımı, dava sonunda alacağın tümü için dava tarihinde kesilmiş sayılacaktır. İkinci olarak kısmi dava açan davacı dava sırasında alacağın geri kalan kısmını talep etmek isterse, bunu ancak ıslah ya da karşı tarafın açık rızası ile yapabilecektir…” şeklindeki açıklamaları ile gerek dairemizin, gerekse HGK’nun önceki içtihatları gibi HMK’da da kısmi dava açılması halinde sadece dava edilen bölüm için zamanaşımının kesileceği yolundaki istikrarlı uygulamanın devam ettirildiği anlaşılmaktadır. 
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; davaya konu trafik kazası 01/09/2002 tarihinde meydana gelmiş, olayda 2 kişinin öldüğü ve birden fazla kişinin yaralandığı anlaşıldığına göre ceza zamanaşımı süresi TCK 102/4. maddesi gözetildiğinde 10 yıldır. Şu durumda ıslah dilekçesinin verildiği 18/06/2010 tarih itibariyle 10 yıllık zamanaşımı süresi dolmadığından davacı Aysel’in ıslah edilen destek tazminatı isteminin zamanaşımı nedeniyle reddi yerinde olmamıştır. Mahkemece kararın yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulması gerektiği düşüncesinde olduğundan dairemiz çoğunluğunun 2. bendde yazılı bozma gerekçesine katılmıyorum.24/09/2012

Ek: YHGK 6.3.2013 tarih ve 2012/4-824 E., 2013/305 K. numaralı ve Kazancı İçtihat Bankası'nda yayınlanan karar incelendiğinde, ıslah edilmiş bir davada zamanaşımı defi'nin prensip olarak kullanılabileceğini ancak dava, dava kül olarak ıslah edilmiş ise zamanaşımı defi'nin kullanılamayacağının hüküm altına alındığı görülmektedir. Bu kararın yazımız içinde yer alan yine HGK'na ait, YHGK 3.7.2002 gün 2002/9-564 E 572 K sayılı kararı ile aynı nitelikte olduğu görülecektir. Bu nedenle kanımızca davanın tamamının ıslah edilmesi halinde davalının ilk cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürmeyip ıslahtan sonra ileri sürmesi halinde bunun olanaksız olduğunu kabulümüz gerekmektedir. Bu kabulden sonra yapılacak şey hangi hallerde dava bütünüyle ıslah edilmektedir, hangi hallerde kısmı ıslah vardır sorusunu net bir şekilde çözmemiz gerekir.Bu çözüm yerine hala ıslahla birlikte zamanaşımı defi'nde bulunulup bulunulamayacağı sorunu hukukta bilgi kirliliğine yol açacak ve vatandaşın hukuka güvenini sarsacaktır. Bu ise yargının güvenini sarsacaktır. 

Kişisel kanımıza göre, dava dilekçesi yeniden verildiğine göre yargılama o aşamadan itibaren başlayacağına göre yeniden verilecek olan cevap dilekçesinde zamanaşımı definde bululunulması hukuka uygun bir davranış olur.  Hatta, kişisel kanımıza göre davalı açısından da cevap dilekçesinin ıslahı ve zamanşımı definde bulunulması mümkündür. Diğer bir anlatımla biz, HGK kararında yer alan görüşün tartışılabileceğine inanmamıza rağmen bunun ilmi içtihatlarla ya da mesleki yazılarla sınırlı kalmasını uygulamanın Yargıtay K.'na uygun olarak HGK kararına uygun olarak gelişmesini düşünmekteyiz.

Bu yazının yayınlanmasından sonra "Genç Baro" adlı internet sitesinde Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin bir kararı yayınlanmıştır. Söz konusu kararı sizlerle paylaşmak için kararı bilgilerinize sunmaktayız.

YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ
E. 2012/9770 K. 2013/521 T. 23.1.2013

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalının işleteni olduğu aracın, davacıya ait ve kırmızı ışıkta beklemekte olan araca arkadan çarparak hasarlanmasına neden olduğu belirterek araç hasar bedeli için 4.700.- TL.nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, ıslah dilekçesi ile ilk davada talep edilmeyen 750.- TL işgücü kaybı ile 1.500.- TL değer kaybı bedelinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı, kaza yapan aracı kiraladığını ve kiralayan şahsın kusuruyla kazanın meydana geldiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; toplanan delillere ve alınan bilirkişi raporuna göre, davanın kabulü ile 6.075.- TL.nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Mahkemece toplanıp değerlendirilen delillere, özellikle, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

2- Dava, trafik kazası nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili dava dilekçesinde araçta değişmesi gereken parça bedelleri ile işçilik bedelini talep etmiş, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporu uyarınca davasını ıslah ederek ilk dava ile talep edilmeyen 750.- TL işgücü kaybı ile 1.500.- TL değer kaybının da tahsilini talep etmiştir. Dava dilekçesinde talep edilmeyen zarar kalemlerinin ıslah dilekçesi ile sonradan istenmesi mümkün olmayıp, mahkemece dava dilekçesinde belirtilen zarar kalemleri yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken talep aşılmak suretiyle ıslah dilekçesi ile tahsili istenen zarar kalemleri yönünden de talebin kabul edilmesi doğru görülmemiştir.


SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 23.01.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

24 Ağustos 2012 Cuma

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU'NA GÖRE İFLASIN ERTELENMESİ KONUSUNDA BİR ÇALIŞMA

Av. Ender DEDEAĞAÇ

A / Her ne kadar YTTK 376. Maddesinin gerekçesine baktığımızda, ETTK 324. Maddesinin karşılığı olduğu, mevcut hükümlerin korunduğu sadece uygulamada doğan problemleri çözmek için bazı değişiklikler yapıldığı, söyleniyorsa da, YTTK 376. Maddesi ETTK 324. Maddesinde yer almayan bir kurumu düzenlemektedir. Söz konusu madde hükmüne göre, aşağıdaki koşullar oluştuğunda;

-       Son yıllık bilançodan yani her yıl aralık sonu itibariyle hazırlanan bilançodan, sermaye ile kanuni yedekler toplamının yarısının zarar sebebiyle karşılıksız kalmış olması gerekmektedir.  Burada her ne kadar yıllık bilanço ifadesi yer alıyorsa da, her hangi bir nedenle çıkarılmış bilanço nedeniyle yönetim kurulu, sermaye ve kanuni yedekler toplamının zararların yarısını karşılamadığını öğrenirse de YTTK 376. Maddeyi uygulamak zorundadır. Bu husus daha önceki ilmi ve kazai içtihatlarda benimsenmiştir.

-       Her ne kadar YTTK nın 376/1 maddesinde “kanuni yedekler” ifadesi yer almakta ise, gerekçeye baktığımızda, kanuni yedekler yanı sıra ihtiyari yedeklerinde (açık yedekler) hesaplamada dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir. Gerekçede yer alan bu açıklama, gerek ticaret hukuk gerekse muhasebe kurallarına uygun bir davranıştır. Neticede diğer yedekler de yer alan paralar da genel kurul kararı ile sermayeye katılması olanağı olan paralardır.

-       Yarısının karşılıksız kalması demek, zararların toplamının, sermaye ile kanuni yedeklerin toplamının yarısını geçmesi demektir.

-       YTTK 367/2 maddesi hükmünü dikkate aldığımızda, zararların toplamının sermaye ile kanuni yedeklerin toplamının yarısından fazla üçte ikisinden az olması gerekir.

-       Yönetim kurulu, genel kurulu toplantıya çağırır. Bu toplantıda, iyileştirici önerileri de genel kurula sunmak zorundadır. İyileştirici öneriler hakkında, madde gerekçesinde örnekler verilmiş olup bu örneklerde yer alan bilgilerden yararlanılabilinir. Eğer, genel kurul yönetim kurulu tarafından toplantıya çağırılmadı ise, bu davet yasal koşullara uygun davranmak şartı ile ortaklar tarafından da (azınlığın daveti) yerine getirilebilir.

Genel kurula sunulan önlemlerin hazırlanmasında YTTK nın 378. Maddesinde belirtilen riskin erken saptanması komitesi raporundan ve denetçinin görüşlerinden yararlanmak gerekir. Ancak henüz denetçilere ve riskin erken saptanmasına ilişkin komiteye ait yapılaşma başlamadığı için, bunlar olmaksızın bir iyileştirme önlemleri hazırlanmalıdır.

Gerek ETTK 324. Maddesinin gerekse YTTK 376/1. Maddesi hükmü bu toplantıda alınması zorunlu bir karardan söz etmemektedir. Bu nedenle, genel kurulun bu koşullarla toplantıya çağırılması halinde genel kurul önerilerden her hangi birini karara bağlayabileceği gibi, sadece bilgilenme ile de yetinebilir.

B / Eğer, son yıllık bilançoda (ya da her hangi bir nedenle çıkarılan bilançoda) sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının 2/3 ü zarar nedeniyle karşılıksız kalmış ise, yönetim kurulu genel kurulu toplantıya çağırmak zorundadır. Ancak, böylesi bir durumun varlığı halinde genel kurul, ya kalan sermaye ile yani ana sözleşmede yer alan sermayenin 1/3 ile yetinmek ve şirketin yaşamını bu koşulla devam ettirmek yönünde karar almalıdır yada sermayenin tamamlanmasına karar vermelidir.

EĞER ŞİRKET BU İKİ KARARDAN HER HANGİ BİRİNİ ALMAZ İSE, ŞİRKET KENDİLİĞİNDEN SONA ERER. Kanımızca, burada, karar almamakla genel kurul şirketin sona ermesi yolunda karar almış olmaktadır. Bu nedenle diğer sona erme nedenlerinde olduğu gibi, bu aşamada itibaren tasfiye işlemlerinin başlamış olması gerekmektedir.

Sermayenin 1/3 ü ile devam etmeye karar vermek, sermayenin azaltılması anlamına geldiği için, bu kararın uygulanması anonim şirketlerde sermayenin azaltılmasını düzenleyen YTTK 473 vd. maddelerine uygun davranmak gerekecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken diğer bir husus ise sermayenin tamamlanması işleminin sermaye artırımı işlemi olmadığıdır. Sermayenin tamamlanmasında, ortaklar açısından, kayba uğrayan sermaye değeri kadar sermayeyi tamamlamak yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesi sonucunda sermayede bir artış meydana gelmez, sermaye aynen eski değeri ile ifade edilmeye devam eder. Bu konuda alınacak kararlar “ek yüküm kararı” niteliğinde olduğu için, oy birliği ile alınması gereken kararlardır. Eğer sermaye tamamlama işlemine bazı ortaklar katılmak istemiyorsa, sermaye diğer ortaklarca tamamlanır.

Gerekçede, ortakların tamamı sermayenin tamamlama işlemine katılmıyorsa, diğer ortakların tamamlama işlemini kendi aralarında tamamlayabileceklerini belirtmektedir. Gene gerekçeye ve bu güne kadar olan uygulamaya göre, tamamlama işlemi,”ne sermaye konulması nede borç verme işlemi olmayıp, karşılıksız” olarak gerçekleştirilmektedir. Olay böyle olduğuna göre, tamamlamaya katılan ve katılmayan ortaklar arasında ki denge nasıl sağlanacaktır? Bu sorunun cevabını bulamadım.

C / YTTK 376/1 ve 376/2 maddelerinde, şirketin borçları nedeniyle sermayenin kaybı hali hükme bağlanmıştır. Diğer bir anlatımla, sermaye ve yedek akçeler toplamı ile borçlar toplamı karşılaştırılmakta ve sermayede ne oranda azalma oluştuğu saptanarak, bu oran doğrultusunda yasanın emrettiği uygulamalar gerçekleştirilmektedir. YTTK nın 376/3 maddesinde ise, “şirketin borca batık olması hali” incelenmekte ve hükme bağlanmaktadır.

Madde gerekçesine baktığımızda, borca batıklığın, “şirket değerleri gerçek (olası satış) değerleri ile değerlemeye tabi tutulsalar bile alacaklıları alacaklarını alamamaları yani şirketin borç ve taahhütlerini karşılayamaması demektir.” Şeklinde tanımlandığını görmekteyiz. Bu değerlendirme yapılırken, diğer iki maddede olduğu gibi orantısal bir değerlendirme söz konusu olmayıp, şirketin alacaklılarının bir kısmının alacağını alamamış olmasının hesap edilmiş olması bile maddenin uygulanması için yeterli kabul edilmiştir.

Eğer böylesi bir durum varsa, şirket defter değerleri üzerinden hesaplanmış bilançonun yanı sıra iki ayrı bilanço daha hazırlamakla görevlidir. Bu bilançolardan biri, işletmenin devamlılığı ilkesine göre diğeri ise aktiflerin muhtemel satış değerleri üzerinden hazırlanır.

Hazırlanan iki bilanço da denetçiye verilir.

Denetçi, erken teşhis komitesinin (henüz hayata geçmedi ) önerilerini de dikkate alarak, değerlendirmelerini ve önerilerini bir rapor halinde 7 gün içinde yönetim kuruluna sunar.
İşletmenin sürekliliğine göre değerlendiren bilançonun fayda ve zararları ile neden tercih edildiği konuları madde gerekçesinde açıklanmıştır.

Eğer, yönetim kurulu, şirket aktiflerinin şirket alacaklarının alacaklarını karşılamaya yetmediği kanısında ise, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin iflasını ister. Bu olgu şirketin iflası için yeterlidir.

Ancak;
-       Mahkeme iflas kararını oluşturmadan evvel, “şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları, alacaklarının sırasının diğer tüm alacaklıların sırasından sonraki sıraya konulmasını yazılı olarak kabul” ederse

-       Kabul beyanında bulunan ya da bu yönde sözleşme yapan alacaklılar, madde gerekçesine göre, hem sıra açısından en sona konulmayı hem de diğer alacaklılar alacaklarını almadan kendilerine ödeme yapılmayacağını kabul ederse

-       Alacaklıların bu beyanı yada beyan niteliğindeki sözleşmeyi gerek gerçeklik gerekse yerindelik ve geçerlilik açısından, iflas isteminin karara bağlanacağı mahkemenin  atayacağı bilirkişilerin yapacağı incelemede uygun görülürse,

İflas kararı verilmez.

Eğer, bilirkişilerin yapacağı incelemede, gerçeklik, yerindelik ve geçerlilik konularından her hangi biri için uygun görüş bildirmez ise, mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılan başvuru iflas başvurusu olarak kabul edilir.

YTTK 376/3. Maddenin son cümlesinde yer alan “Aksi halde mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvuru iflas bildirimi olarak kabul olunur.” İfadesi ile YTTK 376/3. Maddesinin içinde yer alan “…asliye ticaret mahkemesine bildirir ve şirketin iflasını ister…” ifadelerini birlikte değerlendirdiğimizde kişisel kanı olarak;

-       YTTK 376/3. maddesi doğrultusunda, asliye ticaret mahkemesine iki ayrı türde başvuru yapılacağını kabul etmekteyiz.

-       Bunlardan birincisinde, denetçiden gelen olumsuz rapor üzerine, yönetim kurulu, iflas istemi ile asliye ticaret mahkemesine başvurmaktadır. Asliye ticaret mahkemesindeki işlemler devam ederken, şirketin açığını karşılayacak ve borca batık durumunu ortadan kaldıracak tutardaki şirket borçlarının alacaklılarının, alacaklarını diğer alacaklılardan sonraki sırada ve tarihte almayı kabul ettiklerine dair beyan yada sözleşmeler yargılamanın yapıldığı mahkemeye sunulmaktadır.
-       İkincisinde ise, denetçiden gelen olumsuz raporun yanı sıra, alacaklarının en son sırada ve diğer alacaklılar aldıktan sonra almayı kabul eden alacaklıların, beyan veya sözleşmeleri ile yönetim kurulu mahkemeye bilirkişi incelemesi için başvurmaktadır.

Her iki halde de yani ister iflas istemi ile isterse bilirkişi incelemesi istemi ile başvurulmuş olsun, mahkeme, son sıra ve en son tarihte alacağını almayı kabul eden alacaklıların beyanları ya da sözleşmelerini gerçeklik, gereklilik ve yerindelik açısından incelemek için dosyayı bilirkişiye vermektedir. Kanımızca, yapılacak incelemede, gerçeklik, gereklilik ve yerindelik gibi üç ayrı alanı kapsayacak inceleme gerçekleştirileceği için, bilirkişinin birden fazla ve olayın yapısına uygun mesleklerden seçilmiş olması gerektiğine inanmaktayız.

Bilirkişi raporu olumlu ise, birinci halde mahkemenin, anlaşma nedeni ile iflas istemi nedeni ile karar vermeye gerek olmadığına karar vermesi gerektiğine inanmaktayız. İkinci halde ise, sadece bir tespit olduğundan ötürü, mahkeme bilirkişi incelemesinin olumlu olduğundan ötürü, iflasa ilişkin işlem ve karar verilmesine gerek olmadığına karar vermesi inancındayız.
Bilirkişi raporu olumsuz ise, her iki halde de bilirkişi raporunun olumsuzluğundan söz ederek, borca batıklığın varlığını ve iyileştirme raporunun şirketin yapısını değiştirmeyeceği konusundaki denetçi raporuna dayanarak hazırlanan yönetim kurulu kararının yerindeliğini de saptayarak, eda hükmü olarak şirketin iflasına karar verilmesini düşünmekteyiz. Ancak, ikinci halde, mahkeme, raporun olumsuzluğu nedeniyle, bilirkişi incelemesi için yapılan başvuruyu YTTK 376/3 hükmü gereği iflas başvurusu olarak kabul ettiğini ve işlemlere davam ettiğini de kararında belirtmelidir.

Bazen şirketin duran varlıkları nedeniyle sermayesinin kayba uğramadığı görülmesine rağmen, duran varlıkların paraya çevrilmesi yolu ile satışı, zaman alacak bir yöntem olduğu için yada örneği otelcilikle uğraşan bir şirketin, duran varlıklar arasında yer alan otelin küçük bir borç için satılması, şirketin faaliyetini sona erdirecek bir işlem olduğu için de şirketin borç ödemekten aciz halinde kabul edilmesi gerekebileceği kanısındayız. Böylesi bir durumun varlığında da iflasın ertelenmesi kurallarını uygulamak gerektiğine inanmaktayız.

D / İflasın ertelenmesi başlığını taşıyan YTTK nın 377. Maddesi, her ne kadar gerekçede belirtilmemiş ise de kanımızca, ETTK nın 324/2. Maddesinin son cümlesinin karşılığıdır. YTTK 377/1 maddesine göre, her hangi bir nedenle açılmış olan bir iflas davasının yargılamasının her hangi bir aşamasında;

-       Yönetim kurulunun
-       Her hangi bir alacaklının

Başvurusu ile, iflasın ertelenmesine karar verilebilinir.
YTTK 377/1 maddesine göre, iflasın ertelenmesi talebinde bulunan, ister yönetim kurulu olsun ister alacaklılardan biri olsun, her ikisi de bu talebi ile birlikte mahkemeye, iyileştirme projesini sunmak zorundadır. YTTK 377/1 maddesinin içeriğine göre, iyileştirme projesi “nakit sermaye konulması dahil nesnel ve gerçek kaynakları ve önlemleri gösteren” bir proje olmalıdır. Madde gerekçesinde yer alan açıklamaya göre, yasa koyucu, şirketin iflas koşullarından kurtulması için, pay sahiplerinin fedakarlık yapması gerektiğine inanmaktadır Aksi takdirde iflasın ertelenmesi kurumunun alacakları oyalayan bir kurum haline dönüşeceğine inanmaktadır.

YTTK 376/1 maddesinin gerekçesine baktığımızda, “…bazı üretim birimlerinin yada bölümlerinin kapatılması yada küçülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi…”nin de iyileştirme projesi içinde önerilebileceğini görmekteyiz.

İİK 179 ve 179/b MADDELERİNİN UYGULANMA ZORUNLULUĞU
YTTK 377/1 maddesi hükmüne göre, eğer iflasın ertelenmesi istenmiş ise, İİK 179 ve 179/b maddelerinin uygulanması zorunludur.

Söz konusu maddeler özünde YTTK nın 376 ve 377 maddelerinin bir tekrarıdır. Bu nedenle, tekrardan kaçınmak için, söz konusu maddelerde yer alan ve YTTK da olmayan konuları bilgilerinize sunacağız.

-       YTTK davanın yönetim kurulu ve her hangi bir alacaklı tarafından açılacağını hükme bağlamış olmasına rağmen İİK 179. Maddesi tasfiye memurlarının da dava açabileceğini hükme bağlamıştır.

-       YTTK da olduğu gibi, İİK 179. Maddeye göre de iflasın ertelenmesini isteyen kişi, bir iyileştirme projesi sunmakla yükümlüdür. İİK 179. Maddesi ayrıca bu iyileştirme projesinin dayandığı belgelerinde birlikte sunulmasını emretmiştir.

-       İİK 179. Maddesi mahkemenin gerekli görmesi halinde, şirketin yönetim kurulu üyelerini, denetçiyi ve alacaklıları dinleyebilir.

-       Eğer mahkeme erteleme kararı verecek ise, İİK 179/a maddesi hükmü gereği, iyileştirme projesini de göz önüne alarak, şirketin mal varlığının korunması için her türlü tedbiri alır. Erteleme kararı ile birlikte şirketin yönetiminin tümünü ya da belirli bir kısmını kayyuma bırakabilir. Yönetim kurulunun yetkili olması halinde kayyuma denetim ve onay görevi verebilir.

-       Kayyumun yetkileri kararda açıkça gösterilmelidir.
-       Karar ilan edilmelidir
-       İflasın ertelenmesi ivedi olarak sonuçlandırılmalıdır.
-       İİK 179/b maddesine göre erteleme 1 yıl olarak verilebilir. Ancak 4 yılı geçmemek üzere yeni süre verilebilir.
-       Erteleme süresince, yapılan işlemler, kayyumun vereceği raporlarla, mahkemece denetlenir.
-      
Erteleme süresince amme alacakları dahil tüm alacaklar için takip açılamayacağını, açılan takiplerin duracağını İİK 179/b maddesi hükme bağlamıştır. Bu madde sadece rehinli alacaklar ile İİK 206. Maddesinde yer alan alacaklar için bir istisna getirmiştir.

-       Alacaklar için takip yapılamayacağından ötürü İİK 179/b maddesi hükmü gereği zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez.

-       Eğer erteleme istemi red edilir ise İİK 179/b maddesine göre iflasa karar verilir.

-       Eğer erteleme süresi sonunda iyileştirme gerçekleşmez ise gene İİK 179/b maddesine göre iflasa karar verilir.

-       Eğer, kayyum tarafından verilen raporlarda ertelemenin faydasının olmayacağı anlaşılır ise, erteleme kararı kaldırılır ve iflasa karar verilir.

-       Elbette, erteleme süresi içinde yada süre sonunda iyileştirme gerçekleşir ve şirketin sermaye kaybı giderilmiş veya borca batıklığı sona ermiş ise erteleme kararı kaldırılır.

-       YTTK nın 377 maddesinin ikinci fıkrasının gerekçesine baktığımızda, erteleme kararının verilmesi ile birlikte şirketin müflis hale geldiği belirtilmiştir.

Konuyu sonlandırmadan önce, bir noktaya daha değinmekte yarar bulunmaktadır. Erteleme kararı ETTK göre alınmış ve kesinleşmiş bir karar olsa da gerek ETTK gerekse YTTK ya göre mahkeme kayyum tarafından verilen raporları İİK 179/b maddesine göre değerlendirip, ertelemenin devam edip etmeyeceğine yada süresinden önce sonlandırılıp sonlandırılmayacağına karar vermek yetkisine sahip olduğu için, bu hüküm İİK da tekrar edildiğinden ötürü ve İİK bir değişiklik olmadığı için, verilen ara raporun olumsuz olması halinde mahkeme erteleme kararını kaldırarak şirketin iflasına karar verebilir.

EK: E-Uyar internet sitesinde yayınlanmış olan "İflasın Ertelenmesi Talebi Üzerine (Veya İflasın Ertelenmesi Kararı ile Birlikte) Verilen "Takip Yasağı"na İlişkin İhtiyati Tedbir Kararı "İflasın Ertelenmesi Kararı'nın Yargıtayca Bozulması Halinde Kalkar Mı? (İİK m. 170/b, c.1; HMK m. 397/2)" başlıklı makalenin de incelenmesi önerilir. Söz konusu makalede ihtiyati tedbirin devam edip etmemesi konusunda değişik Daire kararları ve Sayın Uyar'ın yorumları yer almaktadır.